Özet
Bu bölümde İbraniler kitabının yazarı, ilk olarak iman kelimesinin tanımını veriyor. Bu tanımı verdikten sonra, Mesih’in gelişinden önce yaşamış, imanı örnek olan insanları seçip verdiği tanımı açıklıyor. Habil, Hanok, Nuh, İbrahim, İshak, Yakup, Yusuf, Musa ve Rahav, yazarın seçtiği insanlar arasında bulunuyor. Bölümün sonuna gelirken yazar, hem mucizevi zaferler yaşamış hem de işkence çekmiş olan başka imanlılardan kısaca bahsediyor. Bölümün son ayetlerinde yazar, örnek olarak gösterdiği insanların Tanrı’nın vaadine kavuşmadıklarını söylüyor. Bu iman ataları, Mesih’in gelişinden önce yaşadıkları için, Mesih’in sağladığı kefareti beklemek zorunda kaldılar. Bu gerçeği okurlarına vurgulamakla yazar, onları eski antlaşmayı bir kurtuluş yolu olarak görmemeleri için tekrar ikna etmeye çalışıyor.
1İman, ümit edilen şeylerin temeline, görülmeyen şeylerin kanıtına güvendir. 2Nitekim imanla ilgili olarak atalara tanıklık edildi. 3Çağların, Tanrı’nın sözüyle düzenlenmiş olduğunu; görülenlerin, görünenlerden var olmadığını imanla anlıyoruz.
Önceki bölümün son ayeti söyle diyor: “Fakat biz, mahva götürecek olan çekinme duruşunda olan insanlar değiliz. İman edip canın kurtuluşuna kavuşanlarız.” Canın kurtuluşuna kavuşacak olan insanları mahva gidecek olan insanlardan ayıran nitelik iman ise, iman nedir? Bu bölümde İbraniler kitabının yazarı, hem açıklama sözleri hem de örnekler aracılığıyla imanın tanımını anlatacak. Bu bölümün ilk ayeti imanı şöyle tanımlıyor: “İman, ümit edilen şeylerin temeline, görülmeyen şeylerin kanıtına güvendir.” Ümit edilen şeyler hangi temele sahip? Önceki bölümün 23. ayetini hatırlayalım: “Sarsılmadan bu umudun ikrarını sıkı tutalım. Çünkü vadetmiş olan Tanrımız güvenilirdir.” Rab İsa Mesih’e iman edenler olarak sahip olduğumuz umudun temeli, Tanrı’nın vaatleridir. Ve görülmeyen şeyler hangi kanıta sahip? Tanrı’nın sözüne imanla yaklaşan kişi için Tanrı, çok fazla kanıt hazırlamıştır. Örneğin Elçilerin İşleri 1:3 ayetinde Luka şöyle tanıklık etti: Ölüm acısını çektikten sonra İsa, birçok kanıtla Kendisini diri olarak elçilerine gösterdi. Görülmeyen şeylerin en büyük kanıtı, bunları anlatmış olan İsa Mesih’in ölümden dirilişidir.
11. bölümü böyle açan İbraniler kitabının yazarı, bu bölümün devamında, İsrail halkının saygıyla andığı kişilerin (“ataların”) gösterdikleri imanı örnek olarak kullanarak ilk ayetin tanım sözünü daha geniş şekilde anlatacak.
Görmeden iman etmek, bu bölümde önemli bir temadır (bkz. ayet 1,3,7,8,10,13,26,27).
Çağların Tanrı’nın sözüyle düzenlenmiş olduğu, Kutsal Kitabın Yaratılış kitabında yazılmıştır. Bu gerçeği imanla kabul ediyoruz. İmanımızın temeli ve kanıtı, Tanrı’nın vahiy yoluyla verdiği sözüdür.
4İmanla Habil, Tanrı’ya, Kayin’in getirdiği sunudan daha üstün bir kurban sundu. İmanı aracılığıyla, Habil’in doğruluğa sahip olduğuna, tanıklık edildi. Tanrı, Habil’in sunularına dair tanıklık etti. Habil imanı aracılığıyla, ölmüş olduğu halde hâlâ konuşulmaktadır.
Habil, Tanrı’ya sürüden bir kurban sundu. Oysa Kayin, toprağın ürününden Tanrı’ya bir sunu getirdi. Tanrı, Habil’in getirdiği kurbanı hoş karşıladı ama Kayin’in getirdiği sunuyu hoş karşılamadı (bkz. Yaratılış 4:1-7). Neden? Kayin ve Habil’in babası Adem’in günahı yüzünden toprak, Tanrı tarafından lanetlendi (Yaratılış 3:17). Tanrı’nın lanetlediği toprağın ürününden Kayin’in bir sunu getirmesi, Tanrı’nın sözüne imana uygun olan bir ibadet eylemi değildi.
Fakat yıllar sonra Musa’ya verilen kutsal Yasa’da Tanrı, tahıl sunusunu (bkz. Levililer 2) emretmedi mi? Ancak Yasa’ya göre, bir tahıl sunusunun Tanrı tarafından kabul edilmesi için, bir miktar tuzun sunuya eklenmesi şarttı. Bu tuzun simgelediği antlaşma (bkz. Levililer 2:13), Mesih’in sağlayacağı kefareti öngörüyordu. Toprağın ürünü, toprağın lanetine sebep olmuş olan günah için kefaret sağlanmadan Tanrı’dan kabul göremedi.
5İmanla Hanok, ölmesin diye bu dünyadan nakledildi. “Yoktu; çünkü Tanrı onu nakletti.” Zira nakledilişinden önce Hanok’un, Tanrı’yı hoşnut etmiş olduğuna tanıklık edilmiştir. 6Ancak iman olmadan Tanrı’yı hoşnut etmek imkânsızdır. Çünkü Tanrı’ya yaklaşacak kişinin, O’nun var olduğuna ve Kendisini arayanları ödüllendireceğine inanması lâzımdır.
Hanok, ölümle karşılaşmadı (bkz. Yaratılış 5:21-24). Tanrı onu direkt bu dünyadan nakletti. Hanok imanıyla Tanrı’yı hoşnut etmişti. İbraniler yazarı, bu sözün bağlı olduğu önemli bir gerçek söylüyor: “Ancak iman olmadan Tanrı’yı hoşnut etmek imkânsızdır.”
Gerçek imanın özünde iki temel inanış her zaman bulunur: (1) Tanrı var ve (2) Tanrı, Kendisini arayanları ödüllendirecek. İkincisiyle ilgili olarak aklımıza bir soru gelebilir: Tanrı’yı aramak ne demek? Tanrı nasıl aranır? Romalılar 3:11 ayetinin sözü, bu konuda çarpıcıdır. Bu ayet, “Tanrı’yı arayan yok.” diyor. Tanrı’yı arayan yok mu? Dünyada birçok inanç sistemi var. Çok fazla insan Tanrı’yı arıyor değil mi? Romalılar 3:11’in sözüne göre Tanrı, insanların dini inanışlarının gerektirdiği ibadet eylemlerini gerçek bir arayış olarak tanımayabilir. Vahiy yoluyla Tanrı, O’nun tanıyacağı ve ödüllendireceği bir arayışa dair bilgi vermiştir. Elçilerin İşleri kitabında bu konuya ışık tutan bir anlatım var. Pavlus’la Silas, İsa Mesih hakkındaki Müjde’yi duyurmak için Veriya adlı bir kente gittiler. Veriya kentinin halkı, Pavlus’la Silas’tan Mesih’le ilgili olan Müjde’yi duydukları zaman, bu sözü Musa ve peygamberlerin sözleriyle karşılaştırdılar. Elçilerin İşleri 17:11 ayetine göre, Veriya kentinin halkı, büyük bir hevesle Tanrı sözünü sıcak karşıladılar. Öyle ki, öğretilenlerin doğru olup olmadığını öğrenmek için her gün Kutsal Yazıları inceliyorlardı. Sonuçta Veriya’da çok kişi, İsa Mesih’e iman etti. Tanrı’nın verdiği her vahiy sözü, mutlaka daha önce verdiği vahiy sözleriyle uyumludur. Tanrı’nın lütfu sayesinde yapılan doğru bir arayış, Tanrı’nın sözünden araştırma yapmaktan başlar.
Tanrı, Kendisini arayanları ödüllendirecek. İmanla Tanrı’ya yaklaşmakta ebedi bereket var. En büyük ihtiyacımız maddi değil, ruhsaldır. Günahlarımızın arınmasına ihtiyacımız var. Gerçek ihtiyacımızı bilerek imanla, Kendi vahiy sözüne göre Tanrı’ya yaklaşırsak, O’nun vereceği ödül büyüktür.
7İmanla Nuh, henüz görülmeyen olaylar hakkında uyarılınca, hürmetle korkarak ev halkının kurtuluşu için bir gemi inşa etti. Nuh imanıyla, dünyayı mahkûm etti ve imana dayanan doğruluğa mirasçı oldu.
Nuh, Tanrı’nın vahiy sözüne göre harekete geçerek bir gemi inşa etti. “Nuh imanıyla, dünyayı mahkûm etti.” Bu sözün anlamı nedir? İtaat etmesiyle Nuh, dünyanın yargısını ilan etti. Tanrı, tufana karşı bir kurtuluş yolu sağlamıştı. Ancak dünya, Nuh’un uyarılarına kulak vermedi. Önemlidir ki Nuh, kendi yaptığı iyiliklere dayanan bir doğruluğa sahip olmadı. Çünkü insani bir doğruluğu Tanrı kabul etmez. Nuh, Tanrı’nın vahiy sözüne bağlı olan imanına dayanan doğruluğa mirasçı oldu. Tanrı’nın tanıyacağı doğruluğu açıklayan bu cümle, bize de bir teklif, fakat aynı zamanda bir uyarıdır.
8İmanla İbrahim, miras olarak almak üzere olduğu yere gitmeye çağrıldığı zaman, itaat etti. Nereye gitmekte olduğunu bilmeden yola çıktı. 9İmanla, başkasına ait bir yer olan vadedilen toprakta, yabancı vaziyetinde yaşadı. Aynı vaade ortak mirasçılar olan İshak ve Yakup’la beraber çadırlarda yerleşti. 10Çünkü mimarı ve yapıcısı Tanrı olan temelli kenti bekliyordu. 11İmanla Sara’nın kendisi de hamile kalmak için kuvvet aldı. Doğurganlık yaşı geçmişken doğum yaptı; çünkü vaadi vermiş olan Tanrı’yı güvenilir saydı.
İmanla İbrahim, nereye gitmekte olduğunu bilmeden, miras olarak almak üzere olduğu yere gitmek için yola çıktı (bkz. Yaratılış 12:1-5). Tanrı, İbrahim’in gittiği yeri kendisine ve soyuna vadetti (bkz. Yaratılış 12:7; 13:14-17; 15:7-21). İmanla İbrahim, Tanrı’nın bu toprağı kendisine vermesi için sabırla bekleyerek vadedilen yerde yabancı vaziyetinde oturdu. Kendisiyle beraber bu vaadin varisleri olan İbrahim’in oğlu İshak ve torunu Yakup, aynı şekilde sabrederek kalıcı evlerde değil, çadırlarda oturdular. İbrahim, kendisine ve soyuna bu toprağı verecek olan Tanrı’nın, onlar için kalıcı bir kent sağlayacağına inanıyordu. Bu şekilde, muhtemelen farkında olmadan, İbrahim binlerce yıl ileriye bakıyordu. İbraniler yazarının dediği gibi, İbrahim’in beklediği kentin Mimarı ve Yapıcısı Tanrı olacaktır. Mesih’in ikinci gelişinden önce böyle bir kent, bu dünyada bulunmayacak. Mimarı ve Yapıcısı Tanrı olan bu kent, Vahiy 21’de tarif ediliyor. Mesih’in ikinci gelişi ve bin yıllık krallığından sonra, bu dünya yanıp yok olacak. Yeni bir dünya ve yeni gökler olacak (bkz. 2. Petrus 3:7-13). Tanrı’nın kuracağı kent, ebediyen kalacak.
12Ve böylece bir kişiden – hatta cinsel olarak ölü olan bir kişiden – sayıca göğün yıldızları gibi ve deniz kenarındaki sayılamaz kum taneleri gibi bir zürriyet doğdu. 13Bu kişilerin hepsi, imana sadık kalıp vaatleri almadan öldüler. Ancak vaatleri uzaktan gördüler, bağırlarına bastılar ve yeryüzünde kendilerinin yabancılar ve gurbetçiler olduklarını beyan ettiler. 14İşte böyle konuşanlar, bir vatan aramakta olduklarını gösteriyorlar. 15Çıktıkları ülkeyi anımsamakta olsalardı, dönmek için fırsat bulurlardı. 16Fakat şimdi, daha iyisini, yani göksel bir vatanı arzuluyorlar. Bu yüzden Tanrı, onların Tanrı’sı olarak anılınca onlardan utanmıyor. Çünkü onlar için bir kent hazırladı.
Ayet 13’ün sözüne göre, “Bu kişilerin hepsi, imana sadık kalıp vaatleri almadan öldüler. Ancak vaatleri uzaktan gördüler, bağırlarına bastılar ve yeryüzünde kendilerinin yabancılar ve gurbetçiler olduklarını beyan ettiler” (ayrıca bkz. Yaratılış 23:3-4;47:7-9). Yaşadıkları süre zarfında İbrahim, İshak ve Yakup, Tanrı’nın vadettiği toprağa sahip olamadılar. Fakat bu umuttan vazgeçip İbrahim’in ayrıldığı ülkeye dönmediler. Çünkü onlar, Tanrı’nın vereceği bir yerin, diğer her yerden daha iyi bir vatan olacağına inanıyorlardı. Muhtemelen farkında olmadan İbrahim, İshak ve Yakup, Tanrı’nın binlerce yıl sonra sağlayacağı göksel vatanı, Tanrı’nın kuracağı kenti, uzaktan görüyorlardı. İbrahim, İshak ve Yakup boşuna beklemediler. Tanrı’nın, İbrahim’in kendisine ve soyuna verdiği her vaat, Mesih’in ikinci gelişinde harfiyen tamamlanacaktır.
Romalılar 4:19 ayetine göre, İbrahim imanda zayıflamaksızın, kendisi neredeyse yüz yaşına gelmişken, zaten ölü olan kendi bedenine ve Sara’nın rahminin ölü haline aldırış etmedi. İbrahim, cinsel olarak ölüydü. Sara’nın rahmini ölüydü. Bunun için İshak’ın doğumu, mucizevi bir doğumdu. Tanrı, insani kuvvetle değil, Kendi kuvvetiyle vaatlerini tamamlar. İbrahim ve Sara, Tanrı’nın vaat sözlerine güvendiler.
17-18İmanla İbrahim, sınandığı zaman, İshak’ı sunakta sundu. Kendisine, “İshak’ta sana zürriyet tanınacak.” denilmiş, vaatleri sevinerek almış olan İbrahim, biricik oğlunu sunmaktaydı. 19İbrahim, Tanrı’nın bir kişiyi ölüler arasından bile diriltme gücünde olduğu kanaatindeydi. Mecazi olarak aynen İshak’ı ölümden geri aldı.
Tanrı, “İshak’ı, sevdiğin biricik oğlunu al, Moriya bölgesine git” dedi, “Orada sana göstereceğim bir dağda oğlunu yakmalık sunu olarak sun” (Yaratılış 22:2, Kutsal Kitap). İshak, Tanrı’nın mucizevî bir şekilde İbrahim’e verdiği oğul ve mirasçıydı. Hem de, İbrahim İshak’ı çok seviyordu. Buna rağmen İbrahim, imanla Tanrı’ya itaat etti. Odun yardı, sunak yaptı, oğlu İshak’ı bağladı ve uzanıp eline bıçak aldı. İbrahim, Tanrı’nın İshak’ı ölümden diriltebileceğine inanarak oğlunu yakmalık sunu olarak sunmak üzereydi, Son anda Tanrı, İbrahim’i durdurdu. Oğlunu sunmak yerine İbrahim, bir koç sundu.
Tanrı neden İbrahim’in böyle bir şeyi yapmasını istedi? Tarih boyunca Tanrı, Kendi kurtuluş planı hakkında insanlığa dersler vermiştir. Bu derslerden biri, Tanrı’nın İbrahim’e buyurduğu bu eylemdir. Tanrı’nın İbrahim’e söylediği sözlerini dikkatlice okuyalım: “sevdiğin biricik oğlunu sun.” Bu sözleri, yaklaşık 2000 yıl sonra yazılmış olan İncil’in Yuhanna 3:16 ayetinin ilk sözleriyle kıyaslayalım: “Tanrı dünyayı o kadar çok sevdi ki, biricik Oğlu’nu verdi.” İsa’ya dair Tanrı söyle dedi: “Sevgili Oğlum budur, O’ndan hoşnudum” (Matta 3:17). Tanrı, sevdiği biricik Oğlunu verdi. İsa’nın kurban olarak ölmesi için Tanrı O’nu verdi. İnsanlar anlayarak Kendi vereceği ebedi Oğlu’na iman etsinler diye Tanrı İbrahim’e “İshak’ı yakmalık sunu olarak sun.” dedi. O gün İshak ölmedi; onun yerine bir koç geldi. İbrahim’in soyunun yerine bir kurban geldi. İbrahim soyunun yerine ve bizim yerimize Tanrı’nın sağladığı tek geçerli ve yeterli kurban olan İsa Mesih geldi.
20İmanla İshak, olacaklar hakkında Yakub’u ve Esav’ı bereketledi. 21İmanla Yakup, ölürken, Yusuf’un oğullarının her birini bereketledi ve değneğinin ucuna yaslanarak tapındı. 22İmanla Yusuf, hayatı sona ererken, İsrailoğullarının Mısır’dan çıkışı hakkında söz edip bunu anımsadı ve kendi kemikleri hakkında emir verdi.
İshak’ın ve Yakup’un iman hayatlarından Tanrı’nın seçtiği bu eylemler (bkz. Yaratılış 27, 47:31 (LXX), 48:5-22), bu bölümün ilk ayetindeki söze uygun olan örneklerdir: “İman, ümit edilen şeylerin temeline, görülmeyen şeylerin kanıtına güvendir.”
Mısır’da ölmeden önce Yusuf, “Ben ölmek üzereyim” dedi, “Ama Tanrı kesinlikle size yardım edecek; sizi İbrahim’e, İshak’a, Yakup’a ant içerek söz verdiği topraklara götürecek.” Sonra onlara ant içirerek, “Tanrı kesinlikle size yardım edecek” dedi, “O zaman kemiklerimi buradan götürürsünüz.” (Yaratılış 50:24-25, Kutsal Kitap). Yusuf, Tanrı’nın vahiy sözüne güvenerek İsrailoğullarının Mısır’dan Tanrı’nın onlara vadettiği toprağa döneceklerine inanıyordu. Kendi kemiklerinin o toprakta gömülmesini istemesi, Yusuf’un ölümden diriliş umudunu da ifade ediyor olabilir. Yusuf, Tanrı’nın vahiy sözüne güvenerek, ümit edilen ve görülmeyen şeylerin gerçekleşeceğine inanıyordu.
23İmanla Musa, doğduğu zaman ebeveynleri tarafından üç ay gizlenildi. Çünkü çocuğu asil olarak gördüler ve kralın fermanından korkmadılar. 24İmanla Musa, büyük olduğu zaman, Firavun’un kızının oğlu olarak tanınmayı reddetti. 25Günahın geçici zevkine sahip olmak yerine Tanrı’nın halkıyla beraber kötü muamele edilmeyi seçti. 26Mesih’in aşağılanmasına paydaş olmayı, Mısır’ın hazinelerinden daha büyük bir servet olarak saydı. Çünkü verilecek ödüle odaklanıyordu. 27İmanla Musa, kralın öfkesinden korkmadan Mısır’ı geride bıraktı. Çünkü gözle görülemeyen Tanrı’yı görüyor gibi dayandı. 28İlk doğanları öldürecek olan melek İsrail halkına dokunmasın diye Musa imanla, Fısıh kurbanının kesilmesini ve kanının kapılara sürülmesini sağladı. 29İmanla İsrailliler, Kızıldeniz’den karadan geçer gibi geçtiler. Mısırlılar bunu yapmayı deneyince sular tarafından yutuldular.
Musa, İsa Mesih’ten yüzyıllar önce yaşadı. Musa, Mesih’in yaşayacağı aşağılanmaya paydaş olmayı nasıl Mısır’ın hazinelerinden daha kıymetli bir servet sayabiliyordu? Bu soruyla ilgili olarak bize yardımcı olabilecek iki karşılaştırma, ayet 25-26’da bulunuyor. İlk karşılaştırmanın bulunduğu 25. ayette Musa, günahın geçici zevki yerine Tanrı’nın halkıyla beraber kötü muamele edilmeyi seçti. İkinci karşılaştırmanın bulunduğu 26. ayette Musa, Mısır’ın hazinelerinden çok, Mesih’in aşağılanmasına paydaş olmaya değer verdi. İlk karşılaştırma, ikincisine ışık tutar. Gelecek olan Mesih’e dair Musa’nın bilgisi, muhtemelen azdı. Fakat Tanrı, Musa’nın “Tanrı’nın halkıyla beraber kötü muamele edilmeyi” seçmesini, gelecek olan Mesih’in aşağılanmasına paydaş olmayı seçmesiyle bir tuttu. İbraniler kitabının okurlarına “Biz, O’nun aşağılanmasına katlanarak…yanına çıkalım” diye seslenen bir çağrı, kitabın son bölümünde bulunuyor (13:13). Bu çağrı, Mesih’in ölümü, ölümden dirilişi ve göğe çıkmasından sonra yazıldı. Musa’nın gününde, İbraniler kitabının okurlarının yaşadığı zamanda veya bugün de olsa, tarih boyunca Tanrı’nın halkına ait olan her insanın, Mesih’in aşağılanmasına paydaş olmasını, Tanrı uygun görmüştür.
30İmanla çevresi yedi gün dolaşılınca, Eriha’nın surları düştü. 31İmanla fahişe Rahav, casusları barışçıl bir şekilde kabul ettiği için, itaatsizlik etmiş olanlarla birlikte ölmedi.
Bu ayetlerle ilgili olarak Yeşu 2,6 bölümlerine bakınız. İsrail’in Tanrısı Yahve’ye iman etmiş olan fahişe Rahav da, imanı sayesinde kurtuluşa kavuştu.
32Ve daha ne diyeyim? Çünkü Gidyon, Barak, Şimşon, Yiftah, Davut, Samuel ve peygamberler hakkında anlatmayı denesem, zaman bana yetmez. 33Onlar iman aracılığıyla krallıkları yendiler, doğruluk sağladılar, vaatleri sahiplendiler, aslanların ağızlarını kapadılar, 34ateşin kuvvetini söndürdüler, kılıç ağızlarından kurtuldular, zayıfken kuvvetlendiler, savaşta güçlü oldular, yabancıların ordugâhlarını devirdiler. 35Kadınlar ölülerini diriliş yoluyla aldılar. Kimileriyse işkence çektiler. Daha iyi bir diriliş elde etmek için, salıverilmeyi kabul etmediler. 36Başkaları alay sözlerine, kamçı vuruşlarına maruz kaldılar, bazıları da zincirlendi ve hapsedildi. 37Taşlandılar, testereyle biçildiler, sınandılar, katliama kurban giderek kılıçla öldüler. Koyun ve keçi derilerinde yaşadılar. Yokluk, zulüm çektiler ve kötü muamele gördüler. 38Dünya onlara layık değildi. Issız yerlerde, dağlarda, mağaralarda ve yeryüzünün çukurlarında dolanıp durdular.
Hem tarihte hem de bugün, İsa Mesih’e iman etmiş olan bir çok kişi haksızlıklarla ve işkenceyle karşılaşmıştır. “Daha iyi bir diriliş elde etmek için, salıverilmeyi kabul etmediler.” sözleri ne demektir? Tehdit altında kalan gerçek bir imanlı, Mesih’e yönelik imanını inkâr ederse kurtuluşunu kaybedip cehenneme gider mi? Petrus, üç kez Mesih’i inkâr etti (bkz. Matta 26:69-75). Bahsettiğimiz ayet, böyle bir önermeye destek vermiyor. Aksine, bu önermeye karşı duran bir tanıklıktır. Cennete gitmek, cehenneme gitmekten sadece “daha iyi bir diriliş” midir? Cehenneme gitmek, korkunç olur. “Daha iyi bir diriliş,” ödüle layık olan bir diriliş olur. Pavlus’un anlattığı gibi, işleri ödüle layık olmayan imanlılar, Tanrı’dan ödül alamayacaklar. Ancak onlarınki de dahil, her gerçek imanlının kurtuluşu Mesih’in kanının sağladığı temel üzerine kurulduğu için kesindir (bkz. 1. Korintliler 3:11-15).
39Bunların hepsi, iman aracılığıyla kendilerine tanıklık edildiği halde, vaade kavuşmadılar. 40Biz olmadan onlar eksiksiz kılınmasın diye Tanrı, bizimle ilgili daha iyi bir şeyi öngörmüştü.
Bu bölümün ilk ayetlerinde yazar, “İman, ümit edilen şeylerin temeline, görülmeyen şeylerin kanıtına güvendir. Nitekim imanla ilgili olarak atalara tanıklık edildi.” dedi. Sonra bu bölümde yazar, Yaratılış kitabında bulunanlardan başlayarak Mesih’in gelişine dek yaşamış ve imanı örnek olan kişiler seçip ilk ayetlerdeki iman tanımını açıkladı. Fakat bölümün son ayetlerinde yazar, “Bunların hepsi, iman aracılığıyla kendilerine tanıklık edildiği halde, vaade kavuşmadılar.” diyor. Ne oldu? İmanları örnek olan bu atalar, neden kendi yaşam sürelerinde Tanrı’nın verdiği vaade kavuşamadılar?
Bölümün son iki ayetinde “bunlar” ve “biz” grupları arasında bir kıyaslama var. “Bunlar,” Mesih’in ölümü ve dirilişinden önce yaşayan imanlılardır. “Biz,” Mesih’in ölümü ve dirilişinden sonra yaşayan imanlılardır. Tanrı’nın bereket vaadine kavuşmak için bir kişinin “eksiksiz kılınması” gerekiyor. Mesih’ten önce yaşamış, imanı güçlü olan bir kişi bile, Mesih’in sağladığı kefaret henüz gerçekleşmemişken eksik kaldı. İbraniler kitabının ilk bölümünde okuduğumuz gibi Mesih, “günahlarımızın arınmasını sağladı” (1:3). Bölüm 11'de bulunan iman ataları, Mesih’in sağladığı kefaret sayesinde, şimdi eksiksiz kılınmışlardır. Hem onların günahlarının hem de bizim günahlarımızın arınması sağlanmıştır. Yazar, “bizim” ayrıcalığımızı vurguluyor çünkü okurlarının arkaya, Yasa antlaşmasına değil, ileriye, Mesih’in sağladığı Yeni Antlaşma’ya bakmalarını istiyor.